“BİR KURU DAL”
Ve
yine her şey Hakk’a doğru, hak ettiği yere doğru akıp gitmekte. Rüzgâr olmasa
yaprak kımıldamaz, ocak tutuşmaz, deniz çarşaf gibidir, tohumlar savrulmaz.
Ben kim miyim?
Dereye düşmüş bir kuru dal. Suyun gücüne bıraktım kendimi, ya bir yere takılır
kalırım ya da denize varırım. Bir Karga kadar olamadığına yansın Kabil.
Şaşırsın ne yapacağını. Bak ben biliyorum işin sonunu diyordum. Ne diyordum en
son? Biliyorum diyordum sonumun ne olduğunu. Vay canına bilmiyor muşum.
“Akrebin kıskacında yoğurmuş beni kader” diyen Necip Fazıl’a hak veriyorum
şimdi. Ne çok bilgelik taslamışım meğer. Ne bir yere takıldım ne de denize
vardım. Önce bir kunduza yuva oldum. Tam yerimi buldum derken bir avcı üşümüş,
çekiverip aldı beni. Bir yığın çalının arasında yanmayı bekledim cayır cayır.
Kesin yanarım birazdan deyip küllerimi düşündüm. Kesin demek de ukalalığın ta
kendisiymiş. Avcı oracıkta öldü ayazdan. Yanmak yokmuş kaderde dedim. Kendime
gelemeden bir köylü eşeğine yükledi kışa hazırlık yapacakmış. Bir mahzen miydi
neydi, o karanlık odunlukta aylar geçti öylece. En son derede akıp giderken
teslim oluverecektim ki kadere. Kestim, biçtim, diktim, giydirdim kumaşı
görmeden. Hayalle hakikat bir olur mu canım? Bu kış yanarım çaresiz, bahara
çıkmam dedim. Odunluğun kapısını açtı bir delikanlı. Gözüne beni kestirmiş
olmalı, bir çırpıda yakaladı belimden. Çakısıyla düzeltti sağımı solumu, sonra
da anacığına verdi. Yün çırpacakmış benimle. Düzgünmüşüm, öyle dediler. Eğrilik
neye yaramış ki zaten. Çok yün kabartırım bu doğru düzgün halimle diye sevindim
de. Sevinmek duygusuna övünmeyi de katınca olmuşken iyisi olsun dedim ve kibir
de girdi araya.
Benden iyisi yok
gibiydi dünyada. “Yerim burası” dedim, “karar buraya verilmiş.” İşim bitince
rafa kaldırıyorlar hürmet ediyorlar oh ne rahatmış hayat. Demeye kalmadı evin
oğlu gizlice aldı beni olta yapıp dereye götürdü. Kayaya yasladı beni kısmetini
bekliyordu. Ayağı takılıverince üstüme düştü, bölündüm orta yerimden. Bundan
daha acı ne olabilir ki? Deyip deyip inledim. Göklere çıkmış olmalı feryadım ve
sorulmuş sorum cevaplandı. Bir yanımı fırlattı o haylaz çocuk dereye, diğer
yanım öylece kalakaldı. Ayrılık acısı da buymuş kendi yanımla. Hiç aklıma
gelmeyenler geliyor başıma. Hiç yoktan bir dal değildim ki önceden. Tohum
olduğum günler, toprağa girdiğim günler, fidan olduğum günler, ağaç olduğum
günler… Ne idim bir zamanlar? Yerimde çakılı kalacakmış gibiydim. Gövdeme ne
oldu ki şimdi, ya köklerime? Tekrar dereye düşen öbür yarım, ne diyordur acaba?
Akrebin kıskacında yoğruluyorum hala. Bari yine ukalalık etmese derede, akıl
yürütüp te kaderin yazdığı kaleme çelme takmaya kalkışmasa. Olup bitenlere,
hayranca bakıyorum şimdi de. Ne gelecek başıma diye kafa yormuyorum en azından.
“Olanda bir hayır, olmayanda bin hayır var.”mış Mevlana’ya göre. Ne gördü
geçirdi ki olana da, olmayana da böyle hayır yükledi?
Sırtımda bir
karınca mı ne var. Şu karınca ne şanslı ya! yoluna istediği gibi devam ediyor.
Ama ben yerimden kıpırdayamıyorum. Gerçi O’nun izni olmadan bir yaprak bile
düşmezmiş dalından. Karıncanın ayaklarına o gücü bağışlayan Allah, dilerse beni
de yürütür. Anında nasılda yokluğa, çaresizliğe bağlıyorum kendimi. Karınca
ezileceği taşın altına doğru yürüyormuş anlayamadım. Taşın yan yatmasıyla
karıncanın can vermesi bir oldu.
Kar yağıyor,
ne güzel usul usul. Şu taneler ne göz alıcı. Bak yine aklımdan kar tanesi
olmayı geçirmedim desem yalan olur. Birden gökyüzüne çıktım ve o muhteşem uçuş
anı… Birbirlerine izin veren, mahremiyetlerine saygı duyan, sayısız kar
tanesinden sadece biriyim. Şu çamın zirvesine konmalıyım diyorken çamura düştüm
eyvah. Hayal yarıda kesiliyor burada. Yeryüzünde inecekleri yeri kendileri
seçmiyorlarmış, inanamıyorum. Üzerim karlarla kaplı şu anda. Onları düşünüyorum
hala. Eriyecekler ve her bir tane, kendine yazılan yere doğru akıp gidecek. Kim
bilir buhar olmak nasıl şey? Çok bir şey
değilim ben aslında, sadece bir kuru dalım. Tam her şeyi anladım, çözdüm
diyorum ve en başa yeniden dönüyorum. Kendimi unutup birine benziyorum,
imreniyorum. İmrendiğim benden bin beter, sonunda görüyorum. İnsan olaydım
demeyeceğim, olmayaydım da demeyeceğim. Bundan böyle Yunus Emre’nin kucağındayım.
Beni dosdoğruyum diye seçmiş Yunus, eğri odunu yakıştıramamış dergâha. Kendi
sözüne diş bilemiş, “Yunus! Bu sözleri eğri büğrü söyleme, seni sığaya çeken
bir Molla Kasım gelir.” Diyerek…
Kader kalemine;
“yaz!” diyen, çürüsün dediyse çürürüm, kırılsın dediyse kırılırım, yeşersin
dediyse yeşeririm, yansın dediyse yanarım.
Bak işte!
Benden adam olmaz, benden ancak odun olur, yine çokbilmişlik yaptım çünkü. Yine
ya yine, yine yaptım aynı şeyi. Ne biliyorum, benden ne olup ne olmayacağını.
Düşünmeden konuşup durdum, biraz da durup düşüneyim şimdi. Birileri geliyor
buraya doğru, “bir kuru dal” deyip geçmeseler bari yanımdan. Tamam tamam
susuyorum, sustum.
GÜLŞEN ASLAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder